2010’un İçinden…

2010’un İçinden…

2010Bir zamanlar hepimiz 2000 yılını görebilmenin heyecanını taşıyorken; geldik şimdi 2011’e… Peki hayatlarımıza şöyle bir baktığımızda neleri gözlemliyoruz? Bundan 20, hatta 30 yıl önceki hayatımızla, şimdiki hayatımız, yaşayışımız, algılayışımız, çektiklerimiz, aldıklarımıza baktığmızdaki aradaki kocaman farkı görmek çok kolay… Peki hayat bizi nereye götürmek istiyor; yani bu hayatın ya da üstünde yaşadığımız Sevgili Gezegenimiz Dünya’nın gidişatı nereye doğru ilerliyor?… Hepimizin aslında iyice farkına vardığı gerek doğal, gerek toplumsal, gerekse ekonomik değişimleri bize yaşatan bu sahnenin, bu piyesin  amacı ne?…

Aslında bu Dünya’nın, yaratılmış bu güzel sahnenin kendi içinde bir amacı yok. Yani Dünya batabilir, Dünya çıkabilir de; cennet de olabilir, cehenneme de çevrilebilir; bunların hepsi sadece sahnenin değişmesi…

Biz Ruhsal Varlıklar olarak “İnsan”dan istenen, bilincinde yarattığı değişiklik, kaydettiği gelişim veya yarattığı dönüşüm…  Dünya kendi başının çaresine gezegen olarak hep bakmıştır; bu sahnenin kuruluş ve evriliş amacı üzerindeki rolleri oynayan asıl karakterin farkındalığının yükselmesidir…

İnsan varlığı Neanderthal basamağındayken, yani çok ilkel insan bedenini taşıyorken, varlığı sadece bir yeme, içme, boşaltma, sığınma, korunma ve belki de sadece üreme amacıyla cinselliğini yaşama şeklindeydi; yani birinci şakranın temel hissettirişleri… Sonrasında bedenen değişikliklere uğrayarak Homo Sapiens’e dönüşen İnsan varlığı, tabi ki farkındalık alanında da daha üst şakraların devreye girmesiyle algılayışta daha incelmiş, sanat gibi daha estetik konularda varlığını sürdürmüş, zekaya dayalı olarak da kurduğu ekonomik sistemle yürüyüşüne devam etmiştir. Sadece yeme konusundaki çeşitliliğe bir bakın; yemek programları tv’lerle evimize geliyor; değişik türlü tatlı yemekler hayatımızda; bir markete gittiğimizde farkındalığımıza sunulmuş her türlü “tat” orada. Giyinme ile ilgili ihtiyaç çeşitliliği, moda anlayışıyla koskoca bir sanayi çarkını çeviriyor. Artık o ilk insanın deri giysisi ve yediği bir buttan eser yok.

Şu bilinmelidir ki Dünya gezegeni ne zaman bir sıkışıklığa sokulsa bunun amacı sadece ve sadece üzerinde yaşayan insanların farkındalık sıçrayışları sağlamak olmuştur. İnsanoğlu sıkışarak öğrenen bir varlıktır!… Yani hiçbirimiz rahatken, bir elimiz yağda, bir elimiz bağdayken herhangi önemli bir gelişim göstermeyiz. Hertürlü sıkışık durumdan çıkma çabasıdır bizlerin “Daha”yı istememizi ve bunu oldurmamızı sağlayan. Dünya Savaşı sonunda Birleşmiş Milletler kurulmuştur; Orta Asya’daki büyük kuraklık sonucunda İnsanoğlu göçe ve dolayısıyla da yeni deneyimlere zorlanmıştır; Ortaçağ’daki Din zulmü yeni ve daha özgür bir bakış açısının doğmasını sağlamış, sanat alanında çok büyük bir dev adım gerçekleşmiştir. Kısacası hep zorlaşan şartlar insanoğlunun yerinden kalkmasını (Kıyam) sağlamıştır.

Peki şu günlerde ortam sıkışmaya başlıyorsa bizden istenen ne ?…

Bunu birkaç alanda ayrı ayrı cevaplayalım ama hepsi aynı sütunda buluşacak sonunda…

Bir kere maddi alanda “Yeterli”yi öğreneceğiz hep birlikte. Her zaman dediğimiz gibi “Allah”tır Sahibimiz… Bu biz doğmadan da böyleydi; şu “an”da da böyle ve her gelecek her o “an”da da böyle olacak; dolayısıyla biriktirmeye gerek yok. Rızkı kesen zaten, fişi de çekiverir. Dolayısıyla merak etmeyin; bedenden ayrılma gününe kadar bedenin her türlü ihtiyacı karşılanacak; kısacası karnımız doyacak. O yüzden ekonomiye mesai harcamayı yavaş yavaş bırakın… Bizler onu bırakmasak bile zaten o bizleri terk edecek yakında. Sevdiğiniz işi yapın ve zaman geçirin sadece; hayatınız paranın elindeymiş kurgusundan kurtulun bir an evvel; yoksa değişik bin türlü deneyim karşınıza dikilecektir, Bizlere, bizlerin ekonomik hayatın değil de “Doğa”nın bir parçası olduğumuzu anlatacak…

İlişkiler alanında tek varış noktamız “Koşulsuz Sevgi”… Öyle ya da böyle bu gezegende sevmediğimiz hiçbir canlı kalmayıncaya kadar sınanacağız “iyi”yle de “kötü”yle de… Ta ki bizim için “İyi” ve “Kötü” kalmayıncaya; herkesi ve her şeyi sadece sevmeyi bilene; beklentisizce ve nedensizce her şeyi olduğu gibi kabul edene kadar…

Canlılar bir kenara, hayatta karşımıza dikiliveren sevmediğimiz hiçbir olgu, bakış açısı, hayat tarzı vs. (dar ya da geniş, iyi ya da kötü, acımasız ya da çok bilgece, bizle aynı ya da bizim tam tersimize fark etmez); kısaca hiçbir realiteye tepki vermeyene kadar sıkışmaya devam. Ormanların yanması mı; maaşların üç aydır ödenmemesi mi; ev sahibinin ağız kokusu mu; şehirlerdeki kirlilik mi; savaşlar mı; hepsi hepsi sadece “Olan”; ne iyi ne kötü… Sadece olan ve sadece O “Olan”a izin verenin izin vermesi sonucunda olabilen “Olan”… Dolayısıyla bize düşen bir şey yok; tepki de yok; aksine mücadele de yok, bağrış da, çığrış da yok…

Sağlığımız açısından bilin ki bedenlerimizin geçirdiği her şey bu değişim/dönüşüme hizmet ediyor. Omuriliğin tamamında yer alabilecek ağrılar, değişik ruhsal nedenlere bağlı marazlar, gece uyku ve rüya düzenlerimizin değişimi, unutkanlığımız, aklımızın neredeyse “dur”ması  vs.vs. hepsi sadece ve ruhsal dönüşüme paralel bedensel mutasyonun sonuçları…

Sonuç olarak bizlere tek bir yol, tek bir sermaye  kalıyor; o da ”Teslimiyet”… Olana ya da İlahi Akış’a tam Teslimiyet… Gerisini Sahibi bilir… Teslim olabildiğimiz anlar da var, olamadığımız anlar da… Hiç merak etmeyin hepsi “Olan”ın bir parçası; yine bize düşen bir şey yok… Sadece niyettir esas olan… Bu diyardan gitmeye mi niyet ediyorsunuz, yani herkese kendi haklılığınızı ispat etmeye çalışırken yorulmaya, herkesi değiştirmeye çalışmaya, Dünya’nın bu sözümona kötü gidişatına “Cık cık cık; insanlık elden gitti” demeye ve hergün artan acı, keder, nefret denizine katılmaya mı? …

Yoksa bu deveyi gütmeye mi niyet ediyorsunuz; yani herkesi olabildiğince değiştirmeye gerek duymadan sevmeye, herkesin fikrini kendi bütünlüğü içerisinde kabul etmeye, olan her olayda “Tanrı”yı görmeye çalışmaya, olayları O’nun bütünlüğü içerisinde görme bakış açısından kısaca “Birlik Farkındalığ”ından bakmaya mı?…

Tercih hep iyi olana, hep güzel olana olmalı tabi ki, insan ruhunun değişmez özelliği bu. Eğer varsa umutsuzluğunuz, tükenmişliğiniz, vazgeçişiniz; işte bu yazı Size bir kere daha hatırlatmak için buraya yazıldı. Şu anda moral değerleriniz bunun tam tersini söylese de, şu an moraliniz çok bozuk olsa bile “Sadece niyet edin “… Ve bu Sisteme güvenin; oralarda bir yerde Sizlerin sesinizi her an duyan bir Akıllı Yanıtlama Sistemi var…  Ve Size ne kadar akıllı, ne kadar bilinçli olduğunu göstermek için can atıyor… Sizden tek beklediği canınız sıkkın olsa da samimi bir niyet; bir çağrı; durumunuzu samimi bir kabulleniş ve ardından çaresizlik düzleminde olsa bile “Bir Niyet”… Ve görün herşey nasıl da değişiyor, Bu interaktif Sistem nasıl da etkili. Bizim kendimizden umudu kestiğiniz anda bile yetkin, etkin ve iş bitirici… Hadi yüzünüzü bir kez daha ileri, yukarı, öteye dönün ve hatırlayın; Biz yaratılmaya layık görülecek kadar yüce varlıklarız… Ve Bizi “Yaratan”ın amacı bizi sindirmek değil sadece eğitmek…

Değiştirin bakış açınızı, izin verin sevgiye, biraz daha az katı oluverin, biraz daha kendine gelen… Sonra varsın gelsin mucizeler; varsın gelsin “Mucizeler Çağı”….

Ya Selam…

Ali Erdinç Başaran

By Cumhur Dursun

Cumhur; Ankara doğumlu. Ziraat Yük. Mühendisi. Basketbol ve hentbol, bir zamanlar olmazsa olmazları. Askerlik sonrası Lever ile başlayan iş hayatı, devamında önemli firmalarla oluşturulmuş bir tecrübe ve bilgi denizine dönüştürmüş O'nu. Reklam oyunculuğu yaptığı günlerde, tanıştığı birinden öğrenmiş resim yazmayı ve 2003'te katıldığı bir seminerde de renklerin dünyasına düşmüş. O zamandan beridir; bazen yoğun bazen aylak, desenlerinin dünyasında. Desenlerine buradan ulaşabilirsiniz. Şimdilerde yazıyor, çiziyor, fikir üretiyor, websitesi tasarlıyor. Sitelerinden soulcan.com desenleri ile ilgili, f2r.net ise konusunda bilgili yazara ev sahipliği yapan bir blog. Sevmeyi, gülmeyi, seyahat etmeyi, okumayı, söylemeyi, dinlemeyi çok seviyor.

Leave a comment