Bakımsızlıktan Ölen Duygularımız

Apocalyptica -The unforgiven dinliyorum neden Metallica’dan dinlemeğimi bilmiyorum belki de tek bir söz duymak istemiyorum bu gece. Sadece müzik eşlik etsin istiyorum sensizliğime. Söylenecek onca şey varken susuyorum. Sigara yaktım dumanla boğdum sensizliği. Kültablasında yanan diğer sigaraların yanına koydum. Bu gece senin gibi olmak nasılmış onu anlamaya çalışıyorum. Benim gibi olmanın nasıl birşey olduğunu anlamamışken seni anlamaya çalışmak ne kadar boş bir çaba aslında.

O günü hatırlar mısın diye mi başlasam cümleye yoksa destursuz girsem mi konuya, sert bir tekmeyle kapıyı kırıp dalsam mı anılara bilemiyorum. Yanımda sağa sola yayılmış buruş buruş kağıtlar ise bu bilinmezliği anlatıyor. Bilememek; yarım yamalak kelimelerle dolu yırtık pırtık kağıtlar gibi. Hiç kurmadığım cümleleri yazıp, üstünü çiziyorum sonra yeniden yazıyorum. Bilmiyorsun sen ama seninleyken suskundu cümlelerim ve bana ait değillerdi ürkersin belki sevgimden diye içlerini boşaltırdım cümlelerimin. Sen beni kendiliğinden anla istedim. Hem bir insan diğerine nasıl anlatır ki kendini? Samimi olabilir mi? İnsan kendini kendine bile yanlış tanıtırken bir diğerine nasıl dürüst olabilir ki? Kendini anlatmak… Hangi kelime muktedirdir buna.

Şimdi durduğumuz yer, aslında hiç kimsenin olmak istemeyeceği açlıkla savaşan bir Afrika gibi.Birbirimize bakıp acıyoruz ama yardım etmiyoruz ya da edemiyoruz. Açlıktan, bakımsızlıktan ölüyor duygularımız. Tuhaf bir tiksinti yaşıyoruz kirlendikçe.

Sonra sen tamamen yabancı bir yüz oluyorsun ifadesiz, donuk. Aynı zamanda sağır. Sağır bir yabancıya ne anlatılabilirse o kadar ve o yabancı ne kadar umursuyorsa o kadar anlaşabiliyoruz.

Kötüsün sen diye düşününce aklıma ‘kötü’ nedir diye geliyor. Durduğun yere göre değişen bir kavram mı? Kötü; zarar veren birşey. Bana zarar veren birşey diğerine faydalı hale gelebilir. Beni sevmeyen biri bir başkasını delice sevebilir. Peki beni sevseydin, senden iyisi olmayacak mıydı? İki yüzlü müydüm ben? Sadece beni sevmediğin için kötü dememiştim aslına bakacak olursan. Bunu bana söylemediğin için kötüydün.

Bunları düşündükçe ve birşeylerin farkına vardıkça sanki bir tırnak tarafından yavaş yavaş oyuluyordu kalbim. Kötülük esir alıyordu beni. Acıyla beraber yaşamak kötülük karşısında güçsüzleştiriyordu halbuki böyle zamanlarda çelikten zırhını, kılıcını kuşanıp tüm kuvvetinle savaşmalı insan ama olmuyor işte. Yatağının altında öcü olduğunu düşünen bir çocuk kadar aciz kıvrılıveriyorsun yatağına, korkudan titrerken esir düşüyorsun öcülerine.

Hiçbir zaman olmayacak bir hayal kurdum ben senle ilgili. Masallar anlattım kendime orada prenses bendim ve sen ne yaşanırsa yaşansın hep benim oluyordun. O yüzden hep inanıyordum sana. Prensesler hep kazanırdı masallarda öyle anlattılar bize. Sanırım ben prenses olamadım hiç ya da tüm bu anlatılanlar yalandı ve sen, anlatamadığım cümlelerde yaşadın.

Kocaman bir yalanın içinde uyanıyorum her gün sen ise kanımı donduruyorsun gözlerimi kırpmadan izliyorum oyunlarını…

Fırat

By Cumhur Dursun

Cumhur; Ankara doğumlu. Ziraat Yük. Mühendisi. Basketbol ve hentbol, bir zamanlar olmazsa olmazları. Askerlik sonrası Lever ile başlayan iş hayatı, devamında önemli firmalarla oluşturulmuş bir tecrübe ve bilgi denizine dönüştürmüş O'nu. Reklam oyunculuğu yaptığı günlerde, tanıştığı birinden öğrenmiş resim yazmayı ve 2003'te katıldığı bir seminerde de renklerin dünyasına düşmüş. O zamandan beridir; bazen yoğun bazen aylak, desenlerinin dünyasında. Desenlerine buradan ulaşabilirsiniz. Şimdilerde yazıyor, çiziyor, fikir üretiyor, websitesi tasarlıyor. Sitelerinden soulcan.com desenleri ile ilgili, f2r.net ise konusunda bilgili yazara ev sahipliği yapan bir blog. Sevmeyi, gülmeyi, seyahat etmeyi, okumayı, söylemeyi, dinlemeyi çok seviyor.

Leave a comment