Başkalarını ya da Kendimizi Suçlamak ya da Suçlamamak; İşte Bütün Mesele Bu…

Başkalarını ya da Kendimizi Suçlamak ya da Suçlamamak; İşte bütün mesele bu…

denizde semazenBizleri mutluluk yolundan alıkoyan, aslında yaşanması esnasında bize geçici ve egosantrik bir mutluluk veriyormuş gibi duran fakat, hem bize, hem de ilişkilerimize büyük darbeler indiren “Suçlama” olgusu… Hem de bu olgunun iki ucu keskin bıçak hali, yani hem kendimizi, hem de başkalarını kolayca, senelerce, üzerinde fazla da düşünmeden suçlamamız, hatta bu konuda asla ve asla aksini düşünememiz…

Şöyle bir televizyonlara bakın. Medya şu kişileri sorumsuzluğundan dolayı suçlar. Devlet meydana gelmiş kazanın failini arar. Eğitim alanında öğretmenler öğrencilerini ders çalışmamakla suçlar. Ortaklar birbirlerinin iş yapma yeteneklerini suçlar. Eşler birbirlerini zaten sürekli suçlar. Kişiler anne ve babalarını, kendilerini okutmadıkları için, zorla evlendirildikleri için, evde kendilerine çok sert davranıldığı için, bugün çok para yapacak ama zamanında üç kuruş olan o arazi almadıkları için suçlarlar, suçlarlar, suçlarlar… Bazen şık giyinilen, kuaföre gidilmiş bir gün aniden bastıran yağmur için (Başka faili yok ya !) Allah suçlanır durur.

Biraz da suçlamanın enerjisel anatomisine bakalım. Farz edelim Sizin çok sevdiğiniz bir arkadaşınız var yıllardır birlikte büyüdüğünüz, bir çok şeyi paylaştığınız. Son zamanlarda Size karşı (ve Size göre) bir tavır takınmaya başladı. Mesela telefonlarınıza cevap vermemeye, Sizi atlatmaya, söylediklerinize ters cevaplar vermeye başladı. Hooppp; hemen ego tam saha presine başlar.”Neden böyle davranmaya başladı ?”, “Bana bunu neden yaptı ?”, “Acaba ben ona ne yaptım da o bana bunu yaptı (Bu sefer hedef kendimiz) ???”, “Acaba başka birisiyle mi arkadaş oldu da bana söylemiyor ?” vs.vs.vs. beynimiz bizi yer durur. Birincisi dışarıdan bağımsız, sürekli mutluluk hali için günboyu korumaya çalıştığımız enerjimizden, her bir suçlama ya da yargılama tümcesinde yavaş yavaş kaybettiğimizi bilelim, yani o düşünceler kafamıza üşüştüğünde bedenimizin yavaş yavaş yorulduğunu, hatta akşama doğru işin içinden çıkamayıp da düşüncelerimizden kurtulmak için bir öğleden sonrası uykusuna ihtiyaç duyduğumuzu ve hatta bu uykuda bile konuya ilişkin rüyalar gördüğümüzü fark edelim. Sonraki günlerde bu olay aklımıza gelmese bile, içimizde sürekli bir sıkıntının varolduğunu, bir süre düşündükten sonra, bunun altında karşı tarafın hareketini kabul edemeyişimizin yattığını anladığımız örnekler çok olmuştur hayatımızda.

İkincisi o kişiyle ya da kendimizle ilişkimiz bozulur. Yani bu suçlayış direk ilişkinin içine girer kurulur ve orada söz sahibi olmaya başlar. Artık hiçbirşey eskisi gibi olmaz. Kafanın bir kenarında bu yargılama hali durur ve karşı taraftan yapılan her şey buna göre algılanır, karşılaştırılır ve bir kez daha yargılanır. Özellikle eşler arasındaki o güzelim ilk aşkın, evlendikten ve aynı eve girdikten sonra kendisini zaman içinde derin bir kaosa bırakması, yani evli olan çoğumuzun yaşadığı bu eziyetin tamamı bu suçlama duygusundandır. Bir sorunla karşılaştığımızda hemen telefona gidip de aranan can arkadaşlarımız, suçlama sonrasında artık bir türlü aranamaz olur. Aynı evde yaşayan eşler arasında küçük ‘kaçak dövüşme’ yalanları başlar ki bunlar aradaki enerjisel ilişkiye vurulan küçük gibi görünen en büyük darbelerdir.

Peki ne yapacağız ? Bütün bunlardan nasıl kurtulacağız ?

Önce şu suçlama mantığının, mantıksızlığını bir ortaya dökelim ve o güzel beyinlerimiz rahatlasın, ama tabi ki duygusu hala içimizde duracak ve onun icabına da sonra bakacağız. Bakın… Şu güzelim Sisteme bir bakın. Dünya tam şu kadar derecelik açıyla Güneş’in çevresinde dönüyor, tam şu kadar uzaklıkta, eksen tam şu kadar eğik o yüzden ne yanıyor, ne çok soğuk. Bu ince, ipince ayarlar sıcaklık farklılıklarını oluşturuyor. Bu farklılıklar mevsimleri, buna bağlı olarak yağmurlama sistemleri, buna bağlı doğal su kaynakları sistemi, buna bağlı ekin, ürün, ağaç sistemleri hatta hayvanların yavrulama dönemleri oluşturuyor. Kısacası yemek ve yaşamak için bu bize sunulan şu Sisteme bir bakın. Arıların işi gücü yok, o muhteşem koyu sıvıyı yapıyorlar, meyve çeşitleri tam vucudumuzun ihtiyacı olan dönemde ağaçlarda oluyor, besin zinciri o kadar hassas kurulmuş ki bu Sistem saat gibi tıkır tıkır işliyor. Ve bizler, yani insanoğulları bize verilen zeka ile bu Yüce Sistemi yorumluyor, içindeki bazı birimlerin kusurlu çalıştıklarını düşünüyoruz hala. Bizler kim oluyoruz da karşımızdaki o muhteşem yaratılmış kişiyi sadece bizim işimize gelmeyen, bizi hiçe sayıyormuş gibi görünen hareketinden dolayı yargılıyor ve suçluyoruz. İsa’nın Maria Magdalena’yla karşılaşması hikayesini çoğumuz bilir. Hani herkesin Maria’yı fuhuş yaptığı için taşlamaya başlayacağı bir esnada İsa’nın “Aranızda hiç günah işlememiş olanınız ilk taşı atsın” demesi gibi; bizler ne cüretle, hem de kendimiz de hiç masum değilken, başkalarını suçlar duruyoruz, hem de sonsuza dek(Kendi yanlışımızı kapatmak için olmasın sakın). Yanlış dediğimiz şey nedir ? Bu tıkır tıkır işleyen, muhteşem Sistem bizim ya da başkalarının yanlışlarına mı bırakılmıştır acaba ? Bir trenin raydan çıkması bir makiniste mi bırakılıyor bu Yüce Sistem’de acaba ? Para piyasasındaki para sahiplerini çok rahatsız eden bir dalgalanma bir kişinin açıklamasına mı bırakılmış acaba ? Ya da bir ülkenin bir başka ülkenin topraklarını işgal ederek savaş çıkması bu Sistemin aslında olmamasını istediği ama nasıl olduğunu bilemediği yani kısacası Sistemin içinde olmayan bir olay mı acaba ?. Sizce olabilirmiydi ? Yani içinde katrilyonlarca hayvanı besleyen, çeşitli farkındalıkları deneyimlemelerini sağlayan bu Sistem, insanoğlu için bozuk, yanlış, kişilerin kendilerine, sözümona zayıflıklarına bırakılmış bir Sistem olabilirmiydi ? Hayır, ve hatta Nayır…

Bu Sistem; içinde yanlış olduğu düşünülen hareketi kaçınılmaz olarak yaparak, doğrusunu yapmayı öğrendiğimiz, her “an”ıyla, her noktasıyla ve her parçasıyla muhteşem doğru, dosdoğru bir “Sistem”.

Aksi halde nasıl bir “Sistem” olabilirdi ? !!! Sırf canımız acıdığı için başkasını, hatta bazen Sistemin sahibini suçluyorsak; hala yine Sistemin doğasına uygun olarak bu Sistem dönmeye devam ederken, bizler de acı çekmeye devam ederiz…Taaa ki olanı olduğu gibi kabul etmeyi öğrenene dek.

Eğer “Olmaz öyle şey yanlış diye bir şey vardır”, “Bazı hareketlerin yapılmaması lazımdır”, “Kötü insanlar kötülüklerinin cezasını birgün çekecekler” diyenlerdenseniz hala; o zaman Sizi bu “Doğru-Yanlış, İyi-Kötü” liginde çok çetin maçlar bekleyecektir. Birgün Siz aynı yanlışa düşen, birgün en saygı duyduğunuz insanı o yanlışa düşerken gözlemlediğiniz, birgün avukat, birgün hakim, birgün suçlu, birgün polis, birgün hırsız olabileceksinizdir; hatta bu birer günleri birer hayat olarak da düşünebilirsiniz. Taa ki her olanı öğrenmek için gerekli olan olarak göreceğiniz gün/hayatınıza kadar Sizlere sadece yolunuzda başarılar dileyebilirim.

Bir üst lige yükselmek, sürekli mutluluk haline erişmek, olaylara ve kişilere “Ne olursan ol gel” diyen Mevlâna ve onun seviyesindeki niceleri gözünden bakmak istiyorsak artık vites değiştirme zamanı geldi… Geldi de nasıl ?… Çok basit !…

Kendini ve Bunla Beraber Herkesi Affetme Tekniği:

Eğer birilerini suçlamanın anlamsızlığını duygusal olarak değil de, en azından mantıken anladıysanız veya sürdürdüğünüz hareket ve yargılama tarzı Sizi artık yorduysa ve bundan kurtulmak istiyorsanız; önce tabi ki buna niyet edin; edin ki Sistem Sizi duysun ve gerekli prosesin başlatsın. Lütfen yine sessiz ve kendinizle kalabileceğiniz bir yerde oturun veya ayakta durun. Gözünüz ister açık, ister kapalı; o kişiyi ya da durumu gözünüzün önüne getirin ve lütfen yine içinizden gelen o suçlayıcı, nefret uyandırıcı, endişe verici, rahatsız edici duyguya odaklanın ve başlayın o kişiye bu duygularınızı açmaya, konuşun karşınızdaki o hayali kişiyle, acımasızca sorular sorun, cevapların ‘içinize geldiğini’ göreceksiniz. Gözlerinin içine bakın, Siz içinizdeki nefreti, kızgınlığı konuşarak çıkardıkça, boşalttıkça o kişinin de gözlerindeki kızgınlığın, şaşkınlığın birazdan sevgiye, umuda, kendine dönüşe doğru değiştiğini gözlemleyebilirsiniz. Bırakın sorular sorulsun ve cevaplar gelsin; Sizler kendinize karşı dürüst oldukça, bir süre sonra Siz de bu yargıdan yavaş yavaş kurtulduğunuzu, bu suçlamanın yerini daha çok sevgi aldığını, bedeninizdeki o ağırlığın yerine artık bir huzur ve kabullenme duygusu kapladığını göreceksiniz. İster ağlayın, ister öksürün, ister gülerek atın o duyguyu; yeter ki acımasız olun. Yani duygunun hissedilişine tamamen verin kendinizi, karşınızdakini suçlayıcı tavrı sonuna kadar sürdürün. Sonucundan sevgi çıkmayacak hiçbirşey olmadığı gibi bu duygu selinin, bu yargılamanın da sonu aynı noktaya birleşecektir nasıl olsa; Siz yeter ki duyguyu sonuna kadar devam ettirin (Ve bu arada kendinize ağlamak, haykırma, bağırmak, hakkınız olan soruların cevaplarını almak için izin verin). Sonunda eğer canınız isterse ki aldatıcı duygu temizlendikten sonra kalan tek şey “Sevgi” olacaktır; gidin o kişiye hayalinizde sarılın, bir süre öyle kalın sadece ikinizin arasında sevginin akışlına izin verin… Sadece Sevginin tek gerçek olduğunu; gerisinin akıntıya karşı kürek çekmek gibi boş olduğunu fark edin…

Şimdi bu tekniği canlı mankenle yapmak isteyenleriniz olabilir; beni onurlandırırsınız, kendinizi onurlandırırsınız ve bütün Evreni onurlandırırsınız. Lütfen alın arkadaşınızı karşınıza (Başında bu fikir itici gelebilir, lütfen egonun bu tuzağına düşmeyin, cesaretle kendinize izin vererek ilerleyin.) ; ve de başlayın onla konuşmaya, onu kaybetme korkusu, onu kırma korkusu, gururunuzu yitirme korkusu vs.vs.vs. bütün korkularınıza rağmen gidin, görüşün ve temizleyin aradaki ilişkiyi… Ve göreceksiniz ki zaten sonunda hissedeceğiniz tek şey sadece sevgi olacaktır.

Başkasına yaptığınız bu iyiliği canınız istiyorsa bir de kendiniz için yapın. Eğer geçmişteki bir hareketinizden dolayı kendinizi suçluyorsanız, o zaman teknik yine aynı. Buna niyet edin ve alın kendinizi karşınıza ve konuşun; olacak olanlara beyniniz inanmayacak ama, gönlünüz olayın tamamını yaşayarak, kerametini görecektir.

Yargılamayla ilgili olarak Mevlâna söyleyecekleri bir kalemde anlatmış, bize sadece anlaması ve buna cesaret etmesi düşer.

“Gene gel, gene.
Ne olursan ol, ister kafir ol,
İster ateşe tap, ister puta,
İster yüz kere tövbe etmiş ol,
İster yüz kere bozmuş ol tövbeni…
Umutsuzluk kapısı değil bu kapı,
Nasılsan,
Öyle gel…”

İster türbanlı, ister türbana kızan, ister türbanı isteyen, ister türbanı isteyene kızan, ister türbanı sevmeyene bozulan ol; yine de gel…

Hepinize hür günler dilerim…

Ali Erdinç BAŞARAN

By Cumhur Dursun

Cumhur; Ankara doğumlu. Ziraat Yük. Mühendisi. Basketbol ve hentbol, bir zamanlar olmazsa olmazları. Askerlik sonrası Lever ile başlayan iş hayatı, devamında önemli firmalarla oluşturulmuş bir tecrübe ve bilgi denizine dönüştürmüş O'nu. Reklam oyunculuğu yaptığı günlerde, tanıştığı birinden öğrenmiş resim yazmayı ve 2003'te katıldığı bir seminerde de renklerin dünyasına düşmüş. O zamandan beridir; bazen yoğun bazen aylak, desenlerinin dünyasında. Desenlerine buradan ulaşabilirsiniz. Şimdilerde yazıyor, çiziyor, fikir üretiyor, websitesi tasarlıyor. Sitelerinden soulcan.com desenleri ile ilgili, f2r.net ise konusunda bilgili yazara ev sahipliği yapan bir blog. Sevmeyi, gülmeyi, seyahat etmeyi, okumayı, söylemeyi, dinlemeyi çok seviyor.

Leave a comment