Bir Anda Dökülenler

Yazamıyorum bu sıralar. Ne vakit bir kaleme uzansa ellerim, yarısı yenmiş şizofren kırmızısı tırnaklarımı görüyorum. Hemen masanın altına saklıyorum onları. Utanıyorum biraz da kimse anlasın istemiyorum deliliğimi, bu hale nasıl geldiğimi ve acımı…

Senin bıraktığın acıyı. İşte o acı var ya; bir dağdan yuvarlanan kocaman bir kaya parçası düşün, sonra da onun tepene düştüğünü ve tüm ağırlığıyla iç organlarını ezdiğini… İşte öyle bir acı! Belki anlamazsın diye şöyle de olabilir; kollarını, bacaklarını dört ayrı ata bağladıklarını düşün ve dördünün de ayrı yönlere gittiğini ve her birinin senden bir parçanı götürürken daha doğrusu paramparça ederken duyulabilecek o acıyı düşün. İşte öyle bir acı!

Bazen ne beddualar sallıyorum ardından bilsen. Aslında bir tanesi hedefini bulsa yine benim canım yanar. O kadar da vicdanlıyım ama kendime değil. Sana, ona, buna ama asla kendime değil.

Umut ederek dağlıyorum her gün yüreğimi. Umut gerçekten kötü bir şeymiş. Umutsuz yaşayamaz insan derler ya, yalan! Umutla yaşanmıyor asıl. Her yeni gün ”acaba beni anlar mı, bu kez, acaba beni sever mi bugün” diye sağıma soluma serpiştirdiğim küçük umutlarla geçiyor. Ne kadar komik değil mi? Gülebilirsin, hatta gülüp ezipte geçebilirsin. Ne de olsa ben kocaman bir hiçim havada sallanan.

Sen şimdi kim bilir kimlesin. Böyle düşününce hemen tırnaklarımı kemirmeye başlıyorum, tükürürken tırnaklarımı küfürlerle beraber yaşlar başlıyor şıp şıp kucağıma damlaya. Sağanak yağmurun altında kalmış gibi sırılsıklam kalıyorum, rimellerim akmış, saçım başım dağılmış. Nefesimi hıçkırıklar keserken, hiç akıl erdiremiyorum ben yine.

Sonra aklımı başıma getiren bir ses duyuyorum. İrkiliyorum önce sonra anlıyorum ki iç sesimmiş. Sakinleşiyorum. Korkudan üç buçuk atan kalbim atmaya devam ediyor yine ama bu sefer korkudan değil umuttan. Ne diyordum iç ses. Niye şaşırdın senin iç sesin yok mu? Herkesin iç sesi vardır. Konuşur durur bütün gün. Hiç susmaz. Neler söyler neler,atar da atar. O sese uydun mu yandın. En azından benimki öyle.

Pembe panjurlu evin önünde, çiçeklerle süslü saçlarını savurarak öyle bir bilmiş bir edayla konuşur ki; sesin, saçları mı olurmuş demek aklına gelmez mesela. Neyse konuyu dağıtmayayım. Senin bana reva gördüğün her davranışın sebebi o iç sesin safça sözleri olduğundan onu dinlemeyi bıraktım ben aslında.

Farkına varmış olmalı ki son ses haykırdı; ”BIRAK O ANKAYI”. Anka ne be dedim. ”Türk malı insansız hava aracı ”dedi.”Kapiş ”dedi havalı havalı bir de. Tam olarak anlayamadım gerçi ama şaşırdım kaldım. O saftirik iç sesim bile akıllanmış bu sürede. Ne güzel, darısı benim başıma artık. “Ruhu olmayan insan, insansız bir araç gibidir. Kısa ve net! Böyle düşün anlarsın,”dedi. Bak hala konuşuyor.

Yazan ARIZA: Fırat

By Cumhur Dursun

Cumhur; Ankara doğumlu. Ziraat Yük. Mühendisi. Basketbol ve hentbol, bir zamanlar olmazsa olmazları. Askerlik sonrası Lever ile başlayan iş hayatı, devamında önemli firmalarla oluşturulmuş bir tecrübe ve bilgi denizine dönüştürmüş O'nu. Reklam oyunculuğu yaptığı günlerde, tanıştığı birinden öğrenmiş resim yazmayı ve 2003'te katıldığı bir seminerde de renklerin dünyasına düşmüş. O zamandan beridir; bazen yoğun bazen aylak, desenlerinin dünyasında. Desenlerine buradan ulaşabilirsiniz. Şimdilerde yazıyor, çiziyor, fikir üretiyor, websitesi tasarlıyor. Sitelerinden soulcan.com desenleri ile ilgili, f2r.net ise konusunda bilgili yazara ev sahipliği yapan bir blog. Sevmeyi, gülmeyi, seyahat etmeyi, okumayı, söylemeyi, dinlemeyi çok seviyor.

Leave a comment