Farkedişler
Yaşamak, temel olarak bir ölme biçimidir. Bir bakıma, ölüme gidiştir, ölümden kaçış gibi görünse de tüm uğraşılar. Bambaşka bir bakıma, yaşam ölümün inkarından ibarettir; asla ciddi bir kabulleniş yoktur ölüme karşı, sanılanın aksine. Hayatımızı üzerine kurduğumuz hemen her değer, ölümden kaçarken, ölümü unutabilmek adına kolayca kabul ettiğimiz bahanelerden ibarettir.
Hayatımızı anlamlı kılan herhangi bir değer, varolan başka bir değerden daha üstün değildir; sadece farklı bir kaçış yoludur birey için. Ama kendimize tapınmamız o kadar fazladır ki, sahip olduğumuz görüşlerin “olması gereken” görüş olduğunu düşünürüz.
Hep yanılıyordur farklı düşünenler bize göre.
Yaşamak çoğu kişi için toplumun çizdiği yönde giderek alınan sahte toplumsal övgüler ile sarhoş olmaktır; çeşit çeşit ‘başarıların’ içerisinde oyalanırken, kişinin kendi doğasını hiçe saymasıdır, utanmasıdır, korkmasıdır, düzgün davranmasıdır, kaçmasıdır kendinden. Toplum o kadar kuvvetle şekillendirir ki bireyi, birey yalnız kaldığı anda dahi kendi dürtülerinden utanç duyar, kendi düşüncelerinden tiksinir, kensi isteklerini dizginler.
Bunlar gibi yüzlerce ‘farkediş’lerimiz olabilir.
Ve bu farkedişler ne kadar can yakıcı olursa olsun, en büyük tesellilerimiz olurlar. İnsan “en azından farkındayım” diyerek çıkarabileceği koca isyanları bastırabilir. Farkedişler bir insanın anlamsızlığa ve yenilgiye karşı son kozu olur. Sanılır ki her farkediş bir parça galibiyettir, ‘gerçeğe’ ulaşılmasında ya da ‘yanlışın’ elenmesinde atılan bir adımdır. Oysa farkedişler sadece boş tesellilerdir. Ölümün inkarının bir başka çeşididir farkedişler. Toplumsal güdülenmenin dolduramadığı yeri dolduran, farklı bir anlamlandırma çabasıdır.
Farkedişler, kendi farkındalığına sahip olduğu anda diğer insanlardan üstün olunduğu izlenimini yaratabilir bireyde. Oysa birey çoğunlukla kendi farkedişinin de ölüme karşı verilen anlam mücadelesinin bir silahı olduğunu anlamaz.