Kendimizi Bilmek

Kendimizi Bilmek

Kendini bil.Artık bizlerin canını çok fazla acıtacak şeylerin kalmadığını, ortalama bir hayat sürdürdüğümüzü varsayarak maceramıza devam ediyoruz. Geçen sayılardaki acil durum tekniklerini kullanarak korku ve endişe dolu olarak değil de, hiç olmazsa normal bir mutluluk düzeyinde yaşadığımızı kabul ederek; hayat standartımızı arttıracak, mutluluk düzeyimizi yükseltecek ve frekansımızı belli bir noktada sabit bırakacak olan anlayış biçimleriyle işin daha da derinlerine inelim.

Öncelikle yaşadığımız hayatın adını koymakla başlayalım. Yani bizler neden yaşıyoruz ? Neden başını ve sonunu yani, doğum öncesini ve ölümden  sonrasını bilmediğimiz bu hayata her akşam gözlerimizi kapıyor ve her sabah tekrar oyundaki rolümüzü oynamaya başlıyoruz?… Şunu iyice anlamalıyız ki bu hayat, bu birbirinden renkli, acılı, hazlı yaşanılan deneyimlerin tümü sadece ve sadece bir tek şey için; tekamül… Kelimenin eski Türkçe olması kafanızı karıştırmasın; kısaca kendimizi geliştirmek, modern kullanımıyla fark etmek için var. Peki neyi fark edeceğiz ?… Sadece ve sadece daha gerçek olanı… Yani bizler, tümümüz, bu gezegende yaşayan yaklaşık 6.5 milyar kişi, bunların yanına hayvanları, bitkileri, tek hücrelileri, canlı diyebileceğimiz her şey, kısaca ruh taşıdıklarını söyleyebileceğimiz her birey, sadece ve sadece tekamül için burada. Hepimiz, birbirimizle veya diğer canlı ve cansız varlıklarla değişik ilişkiler içine gireriz. Bunun sonucunda  şu ana kadar fark ettiğimiz gerçeklerden daha gerçek olanlarına, yani bizi daha fazla mutlu edecek, daha özgür kılacak, daha bilge, daha basit, daha sevgi dolu, daha huzurlu, daha fazla sevgiyi deneyimletecek olana doğru çekiliyoruz. Nedeni sadece bir felsefi sohbet konusu olabilecek bu oluşuma “Nayır, n’olamaz” diyebilecekler için sadece soruyorum; Bu kadar maddi kazancı, bu kadar koltuk, ünvan, mevkiyi, bu kadar aklı, zekayı, bilgiyi gittiğimiz yere götüremiyorsak; peki o zaman neden bu koşuşturmaca ?!!! Bırakın sahip olduğumuz şeyleri hergün üç öğün yedirip, içirip, boşaltımına epey efor harcadığımız; cinsel, tensel, zihinsel, duyusal ihtiyaçlarıyla bir hayat boyu günbegün tatmin etmeye çalıştığımız şu canım bedenimizi bile gittiğimiz yere götüremiyoruz !!!. Kısaca hayat bizlerin rahat, bolluk, mutluluk içinde, güzel bir keyif sürmemizle ilgilenmiyor; sadece bizim daha da artan mutluluk değerlerine ulaştırabilmek için bazen sıkıyor, bazen daraltıyor, bazen zenginliğe boğuyor, bazen hastalık, dert, sıkıntı,tasa veriyor; bazen sevinçten havalara uçurtuyor. Eğer amacı salt acı çektirmek ya da salt sefa sürdürmek olsaydı zaten bir anlamı kalmazdı. Ama zorluklarla mücadele ederken, sıkıntıdan sıkıntıya sürüklenirken ya da hazzın doruklarını yaşadığımız veya bolluğun keyfini sürdüğümüz anlarda hayat, sadece birtek şeyi bakiye bırakıyor Bizlere: Bütün bu deneyimler sonucunda daha gerçek olanı, bizi daha mutlu kılacak olanı fark etmemizi… Kısaca bir örnek vermek gerekirse; yıllar önce bir arkadaş kazığı deneyimine verdiğimiz tepki, o kişiyle bir daha konuşmamak, o kişiye lanet etmek, onun herkese gidip çekiştirmek iken; aynı deneyimi 5-6 defa hayatın değişik evrelerinde yaşayarak aynı deneyime verdiğimiz tepki sadece hayatın akışına güzel bir gülümseyiş, arkadaşımıza her şeye rağmen verdiğimiz bir selam, yolumuza devam ediş şeklinde olacaktır. Yani biz bu deneyimle ilk karşılaştığımıza göre yıllar içinde aynı acı halle karşılaşa karşılaşa daha tepkisiz, daha stabil, daha sevgi dolu, daha bilgece ve daha sade bir yaklaşımda bulunmuş oluruz ki artık bir daha da böyle bir deneyim başımıza gelmez; yani müfredattaki bu dersi vermiş, bunun içinden de sevgiyle çıkmış ve yolumuza devam eder oluruz.

Kısaca öbür tarafa götürdüğümüz tek şey fark ettiklerimiz. Boş ya da gerçek olduğunu anladıklarımızın tamamı… Yoksa can çıktıktan sonra kalan protein kısmı şöyle bir toprağın altına yuvarlıyorlar ve bizler yolculuğumuza devam ediyoruz…

Demin ruh taşıyan canlılardan söz ettim ama, aslında beden taşıyan ruhlar olarak mı tanımlamak lazım bizleri ? Öyle ya; beden burada toprak altındaki azotlu bakterilere kalıyorsa; malımın sadece 70 yıl kadar sahibi olabiliyorsam; arkadaşlarımın akıllarında bile bir süre hatırlanıyorsam; o zaman bu “Ben” nerem acaba.? !!!. Bedenim mi, duygularım mı, zihnim mi, edindiğim bilgi, karakterim ya da alışkanlıklarım mı ? Yoksa aslında bu ben olan “Ben”, sadece bütün bunlara sahip olduğunu sanan; ama hayat denilen yolda ilerledikçe aslında bütün bunları deneyimleyen ve deneyimlerken de bunların gelip geçici hevesler olduğunu anlayan yanım mı ?!!! Mesela bir mali krizde malımı yitirsem ya da kazada bir kolumu kaybetsem, ben “ben” olmuyor muyum artık ? Mesela gece uykuda uyurken, bedenim yatakta horul horul horuldarken, “Ben” bir rüya görüyorken, koşuyor, yakalamaya çalışıyor, rüyada sıkıntıya giriyor, feraha çıkıyorken acaba hissediş olarak ben kendimi ben olarak hissetmiyor muyum ?… O kadar hissediyorum ki, uyandığımda “Ohh be; rüyaymış” bile diyorum. Rüyamda bir adamı öldürünce gerçek hayatta bana ceza vermiyorlar ya da denizin üstünde yürürken kimse bana dönüp bakmıyor bile… Peki ama ya gerçek hayat da muhteşem organize bir başka rüyanın ta kendisiyse ?…

Tüm ruhsal öğretiler tek bir cümleyi tekrar tekrar vurguluyor…”Kendini bil”. Kendimizi bildikçe daha da mutlu, daha da özgür, daha da basit olacağız. Hatta aydınlanma yolunda yürüyen bireyler olarak birgün bu güzelim rüyadan uyanacağız…

Kendimizi bilmeye nereden başlayacağız ? Kendimizin aslında bir bedenden ibaret olmadığını, kendimizin sadece bu kadar deneyimi, “Deneyimleyen” ve hatta bu kadar büyük bir oyun içinde sadece bunu “Gözlemleyen” olduğumu nasıl fark edeceğim ? Birgün hepimiz için bu mümkün olacak; bu hayatta veya bir başkasında ama ben en azından o gün gelene kadar boş olan şeyleri anlayıp da sürekli mutlu ve huzurlu bir hale nasıl kavuşacağım ? Mutluluk yolunun gelişme basamaklarını sonraki yazımıza bırakacağız ama yolun aslında en önemli ve değişmez pratiğini şimdi yapacağız.

“Ben Farkındalığı” Meditasyonu…

Yine sesiz ve huzurlu bir ortamdayız. Bedenimiz rahat, huzurlu ve meditasyona hazır. İster yatın, ister rahatça oturun. Gözlerimiz ister açık, ister kapalı olsun. Nasıl rahat ediyorsanız o şekilde, rahat bir pozisyonda ayak parmak uçlarınızdan başlayarak rahatlamaya başlayın. Yapacağınız şey; farkındalığınızı ayak parmak ucuna vermek ve oradaki rahatlamayı, (sanki uykuya geçer gibi) gelen rehaveti, o nazlı uyuşukluğu hissetmek; sonra ayaklar ve ayak bilekleri… Sonra yavaş yavaş düşünce ile daha yukarı dizlere kadar, oradan da kasıklara kadar bacaklar, arka tarafta kalçamız, belimiz ve sırtımız; önde karnımız ve göğsümüzü düşüne düşüne ve yavaşça rahatlata rahatlata devam… Boynumuz, başımız, tüm yüz kaslarımız ve son olarak da omuzlarımız; kollarımız, el bileklerimiz ve ellerimizi de rahatlattıktan sonra  “Ben” olduğunu zannetiğimiz bedenimiz artık farkındalığımız dışında kalır. Yani bu işlemleri sırayla ve yavaşça tamamlandığında artık isteseniz bile elinizi kolunuzu oynatamaz hale gelirsiniz. Gözleriniz kapalı ve kırpışmaya başladıysa ne ala; değilse sadece daha da rahatlayın. Girdiğiniz meditatif hal Sizin uykuya hazırlık halinize yakındır ama Siz bu işlem boyunca uyanık ve bilinçli olarak kalacaksınız. Eğer uyuduysanız da hiç önemli değil; demek ki bedeninizin buna ihtiyacı varmış ve dinlenmiş olduğunuza emin olduğunuz bir başka gün yine deneyin. Bedenden sonra duygulara bir bakalım; o anda içiniz sıkılmış olabilir, midenizin hemen üstünde, tam kaburgalarınızın önde ve ortada bittiği yerde bir gerginlik olabilir. Farkındalığınızı bu duygulardan da derin ya da düzenli ve yavaş nefesler alarak çekin. Gerekli ise zihinsel olarak da aynı serbest bırakma tekniğindeki gibi; “Midemdeki gerginliği serbest bırakıyorum” ya da “kalbimdeki sıkışıklığı serbest bırakıyorum” cümlelerini tekrarlayın ve nefes alıp vererek iyice rahatlayın. Duyularınız olarak; gözleriniz kapalıysa, görsel farkındalığınız boşluğa odaklı olur. Sessiz ya da huzur veren müzikli bir ortamdaysanız işitsel farkındalığınız, güzel bir tütsü yaktıysanız veya temiz havalı bir odadaysanız koklama duyunuz serbest kalır. Yani hiçbirşeye odaklı olmayan bir hale gelirsiniz; ne bedene, ne duyularınıza ve ne de duygularınıza… Şimdi gelelim diğerlerine göre daha uçarı olanına; düşüncelere. Sizlere tavsiyem onları durdurmaya falan çalışmayın. Bırakın yaradılışına uygun olarak düşünceleriniz de akmaya devam etsin; Sizler sadece kafanızdan geçen düşüncelerin, duygular haline gelmesine izin vermeyin; yani aksın gitsinler; takılmasınlar…

Şimdi Siz sadece içinize yani kalbinizin bulunduğu yerde hissedilen “Gönlünüze” yönelin. Oradaki boşluk duygusuna sadece ve sadece “Ben varım” duygusuna yönelin ve kendinizi akan hayata bırakın. Bir süre sonra kendinizi bir yerde ya da herhangi bir kimlikte hissetmemeye başladığınız spontan anlar deneyimleyeceksiniz. Bu anların anlatımı çok zor ama sadece yaşanması, deneyimlenmesi halinde anlaşılacak haller bunlar. Hani bazen bir güneşin batışı karşısında ya da nefis bir göl manzarasına bakarken bir yarım saat öylece akıp gider ya; kendinize geldiğinizde zaman geçmiş ve Siz de zamanın nasıl geçtiğini anlamadığınızı fark edersiniz ya; işte aynen öyle. İşte bu muhteşem anları yaşadığınız başlarda birkaç saniye, sonraları ise dakikalar Sizin tastamam kendinizi deneyimlediğiniz; tamamen kendinizi yaşadığınız zamanlar olacaktır. Unutmayın, Sizler bu meditasyonu tekrarladıkça huzur duygusunun derinleştiğini, kopuş ve hayata dönüş arasında geçen sürenin fark edilmeyişini, alınan haz duygusunun artığını deneyimleyeceksiniz. İşte bu anlardır gerçek olanlar. Diğer her şey tüm sahip olduklarınız, bedeniniz, duygularınız, düşünceleriniz; hepsi gelip geçici ve yalandır… Sizler bu sonsuz huzur ve sukunet anlarında kalmaya çalışırken çalan bir telefon, kapı, gelen bir düşünce, bedensel bir kaşıntıyla tekrardan bu rüyanın içine çekilecek ve tekrardan beden farkındalığına odaklanacaksınız. Yürüyüşümüzde hem Sizleri bu Dünyaya ya da bu rüyaya çeken oluşumları halledecek ve hem de gerçeği yaşadığımız bu “an”ları hayatın tümüne, yani günün içine yaymaya ve bu halin doğal halimiz olarak farkındalığımıza yerleşmesini sağlayacağız.

Yunus Emre’nin dediği gibi.

Beni bende demen, bende değilim
Bir ben vardır bende, benden içeri.

Hepinize kendiniz dolu günler dilerim…

Ali Erdinç Başaran

By Cumhur Dursun

Cumhur; Ankara doğumlu. Ziraat Yük. Mühendisi. Basketbol ve hentbol, bir zamanlar olmazsa olmazları. Askerlik sonrası Lever ile başlayan iş hayatı, devamında önemli firmalarla oluşturulmuş bir tecrübe ve bilgi denizine dönüştürmüş O'nu. Reklam oyunculuğu yaptığı günlerde, tanıştığı birinden öğrenmiş resim yazmayı ve 2003'te katıldığı bir seminerde de renklerin dünyasına düşmüş. O zamandan beridir; bazen yoğun bazen aylak, desenlerinin dünyasında. Desenlerine buradan ulaşabilirsiniz. Şimdilerde yazıyor, çiziyor, fikir üretiyor, websitesi tasarlıyor. Sitelerinden soulcan.com desenleri ile ilgili, f2r.net ise konusunda bilgili yazara ev sahipliği yapan bir blog. Sevmeyi, gülmeyi, seyahat etmeyi, okumayı, söylemeyi, dinlemeyi çok seviyor.

Leave a comment