Su ve Tuz – 9

su-ve-tuz-9Yazıyı okumaya başlamadan önce lütfen yanınıza bir bardak su alır mısınız?

Bizler artık her şeyi daha çok kendi içimizden gelerek yapmaya başlamalıyız.  Çocuklarınızın okula götürmesi için sevecenlikle hazırladığınız bir tost ekmeğinde,  5 yıldızlı bir otelin menüsünden çok daha fazla enerji olduğu söyleniyor.Eskiden yemekler neden kutsanırdı?  Tabi ki onlarla rezonansa girmek için.  Bunun dindarlıkla hiç ilgisi yok.  Bu doğayla tekrar bir olmak için, ahenkte olmak için. Bazı çiftçiler ayın ritmleriyle işlerini yaparlar.  Biz bunu su ile denedik.  Örn.  dolunay ve yeni ayda aynı yerden su alıp kimyasal analizini yaptırdık.  Sonuçta bu suların sanki farklı kaynaklardan elde edilmiş gibi bir sonuca vardık, çünkü dolunayda alınan suda çok daha fazla oksijen ve daha az nitrojen mevcuttu.  Bunun sonucunda da suda farklı basınç durumlarının ve böylece de farklı mineral yapı oluştuğu görüldü.

Daha derinlere indiğimizde suyun doğal bir homeopatik olduğunu görüyoruz.  Peki homeopati nedir?  Örn.  D 23’e kadar (23 katı) sulandırarak, aslında orijinal maddeden suda hiçbir şey kalmamasına rağmen iyileştirebilmektir.

Fakat bizim için önemli olan madde değil, bizi ilgilendiren onun enerji içeriği .  Homeopatik bir ilaç ne kadar çok sulandırılırsa daha etkili oluyor.  Çünkü onu yavaşlatan madde enerjisinden arındırıp enerjilerinin rahat akışını sağladığımız için.  Buradan yola çıkarak şimdi tuz’a geçiyoruz,  sözüm ona `beyaz altından – beyaz zehire’.  Mutfağınızda bulundurduğunuz tuz, tuz değil, sadece NaCl.  Bildiğimiz tuzun ana ögesi ne kadar çok NaCl olsa da aslında doğal tuz kimyasal olarak çok daha fazla elementten oluşuyor.  Bunlarda bilinen yaklaşık 84 element, ve NaCl de bunun sadece 2 tanesini oluşturuyor.  Doğa, aslında doğal olan her şeyde tamamın olmasını sağlıyor.  Buna bakarak insan bedeni de sadece su ve tuzdan oluşuyor, ve bu tuz da aynı doğadaki tuz gibi bu 84 elementten oluşmakta.  Ve öğrendiklerimize göre, önemli olan elementin kendisi değil, onun içerdiği enerji, enformasyonu, dalga boyu veya frekans deseni.  Doğal tuzda fizik bedenimizde de bulunması gereken tüm elementler mevcut.  Ve vücudumuzda herhangi bir element eksik olduğunda da bunun tuzda mevcut olduğunu biliriz.  Bu da %100 rezonans demektir.  1897 yılında, bay Schüßler (Schüßler tuzları’nın kurucusu) insan bedenlerinin yakıldığında geriye kalanın tuz olduğunu tespit etmiştir.  Modern bir çöp yakma tesisine gittiğinizde depoların beyaz tuz artıklarıyla dolu olduğunu görürsünüz..  Maddeyi de oluşturan budur.  Böylece tuz da bir platonik şekil oluşturuyor.  Suyun tetraeder şekli,  kuvars’ın heksagonal şekli, tuzun da küp şekli var, 5 platonik şekillerden biri.  Bu küp’ün içinde,  kristal kafesinin içinde tüm frekans desenleri mevcut.  Bedeninizde tuz olmasaydı hiçbir düşünceyi düşünemeyeceğinizi biliyor muydunuz?  Eskiden yemeklere tuz, yemeklerin tuzlanması için değil,  düşünme yetisine sahip olabilmek için konulurdu. Kiliselerdeki takdis edilmiş su, belli bir titreşim karakterini aktarmak için kullanılıyor.  Veya çocukların vaftiz edilmeleri örneği: çocuğa kendi içindekilerini hayatında güçlendirerek çıkarabilmesi, tanıyabilmesi için vaftiz suyu ile titreşimler verilmekte.  Eskiden tuz hakları, tuz savaşları, tuz yolları diye terimler mevcuttu.  Tuz’un atom yapısı moleküler değil, elektriksel olarak görünüyor.  Tuz’u suya koyduğumuzda ve çözüldüğünde,  sole,  yani bunların oluşumunun 3 .boyutu ortaya çıkıyor.  Ve böylece iletkenlik meydana geliyor.  Ve suyu buharlaştırdığımızda tekrar tuzu elde ediyoruz.  Bu karşılıklı tesirden dolayı tuzun nötr gücü var, böylece bedende tuz ile her şeyi dengeleyebiliriz; bedenin içinde, dışında, tüm titreşim oranları tamamen nötralize edilebilir.  Belki eski geleneklerden tanırsınız, yeni evlilerin evlerinin dört köşesi de tuzlanırdı, bunu da kötü ruhları kovmak veya uzak tutmak için diye açıklanırdı, o zamanın kötü ruhları bugünün negatif enerjileridir.  Artık bugün sadece tuzun kristalin yapısından dolayı radyasyon durumlarını nötralize etmek mümkün olduğunu biliyoruz.  Örn.  atom çöpü olan radyasyon artıkları tuz depolarında saklanıyor.  Bu da tuz’un sırrı, bu sır da onun geometrik şeklinde saklı.  Tuz’un içinde fizik bedeni de oluşturan her tür titreşim oranının mevcut olduğu çok eskilerden beri bilmektedir.  Örn.  bir başbakan, Cumhurbaşkanı Polonya’ya gezi’ye gittiğinde kendisine bir ekmek ve tuz verilir, dostluğun simgesi olarak bir misafir hediyesidir bu.  Ve o kişiyle de dost olunur.  Masada tuz’unuzu paylaştığınız kişiyle dost olursunuz, çünkü onunla aynı frekansta titreşirsiniz.  Bütün bu mitolojiler bizi düşünmeye sevk etmeli.  Tuz kelimesi Latince’den `salare’den gelmekte, bu da İngilizce’de salary olarak mevcut.  Eskiden Romalı bir asker beyaz altını maaş olarak paraya tercih ederdi.

Haçlı seferler Kudüs’ü dinsizlerden kurtarmak için değil, Ölü deniz’de tuz haklarını elde edebilmek için yapılmıştır.  Bu beyaz altının anlamını ve önemini doğru anlamak için tarihi doğru anlamalıyız.  Sal kelimesi Latince’de `sol’ kelimesinden geliyor, bu da Sole, yani su ve tuz’un oluşturduğu karışımın adı, yine aynı zamanda Latince’de ve İtalyanca’da Sol : güneş demektir.  Böylece `sole’ sıvı güneş ışığı, biyofotonlar, ışık kuvantları, anlamındadır.  Bir çok insanda, bedenlerinde sodyum klorür fazlalığı olmasına rağmen, tuz eksikliği olduğunda, aslında damarlarında ışık olmadığı anlaşılmalıdır, bedenlerinde bütünselliği kaybetmişlerdir.

Dünyadaki tuzlar nereden geliyor ?  Milyonlarca yıllar önce, 250 milyon yıla kadar mevcut ana deniz güneşin de etkisiyle kurumuştur.  Kuruma esnasında 84 elementin elektromanyetik güçleri tuzun kristal kafesleri arasına bağlanmıştır.  Enteresan olan da, bu ana denizin içindeki tuz konsantrasyonu aynı bizim fiziksel bedenlerimizde olduğu gibi oluşu,  bu da % 0,97.  Ve yine enteresan olan, tuzun içerdiği elementlerin aynıları bedenlerimizde de mevcut.  Aynı güneş ışığında olduğu gibi, kristalin `sole’ karışımını belli bir ışınım oranına maruz bırakınca, birkaç hafta içinde `hiç yoktan’, aslında `her şeyden’ amino asitlerin oluşmaya başladığını görüyoruz.  Canlılığı oluşturan albümin yapıtaşları, yani organik yaşam oluşmaya başlıyor.  Neden ?  Sole’nin içinde `hiç bir şey’ değil de `her şey’ olduğu için !.

Şimdi Kimya’dan Fizik’e geçelim : örn.  dışarıdan vitamin aldığımızda, mesela askorbikasit (C vitamini), ve biyokimyasal olarak kan değerimizi ölçtürdüğümüzde,  kanımızda C vitamininin oranı yüksek çıkacaktır.  Fakat bu yeni madde görevini yerine getirebiliyor mu ?  Her vitamin de bir enformasyon, yani bilgi taşıyıcıdır.  Konu bilgiyi taşıyan madde değil, konu enformasyonun, yani bilginin içeriği.  Vitamin nedir ?  Çoğu kişi vitamini, bedenin kendisi üretemediği bir madde olduğunu sanıyor ve bu yüzden dışarıdan alınması gerektiğini düşünüyor.  Burada yine düşüncede bir bağımlılık oluşturuyoruz.  Bir vitamin, çeşitli elementlerin moleküler bağlantısından başka bir şey değildir.  Örn.  C vitamininde belli bir geometri oluşturup, moleküler yapıyı oluşturan karbon elementidir en etken olan.  Ve enteresan olan, bizim vitamin diye adlandırdığımız tüm elementler aslında bedenlerimizde mevcut.  Bunu da ispat edebiliyoruz.  Ve bedeninizin C vitaminini kendi üretemediğine de inanmayın.

devam edecek…

Peter Ferreira

By Cumhur Dursun

Cumhur; Ankara doğumlu. Ziraat Yük. Mühendisi. Basketbol ve hentbol, bir zamanlar olmazsa olmazları. Askerlik sonrası Lever ile başlayan iş hayatı, devamında önemli firmalarla oluşturulmuş bir tecrübe ve bilgi denizine dönüştürmüş O'nu. Reklam oyunculuğu yaptığı günlerde, tanıştığı birinden öğrenmiş resim yazmayı ve 2003'te katıldığı bir seminerde de renklerin dünyasına düşmüş. O zamandan beridir; bazen yoğun bazen aylak, desenlerinin dünyasında. Desenlerine buradan ulaşabilirsiniz. Şimdilerde yazıyor, çiziyor, fikir üretiyor, websitesi tasarlıyor. Sitelerinden soulcan.com desenleri ile ilgili, f2r.net ise konusunda bilgili yazara ev sahipliği yapan bir blog. Sevmeyi, gülmeyi, seyahat etmeyi, okumayı, söylemeyi, dinlemeyi çok seviyor.

Leave a comment