İntihar Odası

“Dudaklarım susuzluktan çatlıyor. Uzağımda insanlar var; onlara seslenmek istiyorum, ama başaramıyorum. Yavaşça etrafımda dönüyorum; ama dizlerimde hiç güç kalmamış. Dudaklarım… Dudaklarım acımaya başlıyor. Vücudumdaki tüm sıvı damla damla buharlaşıyor. Nefes almakta güçlük çekiyorum. Derim kuruyor. Pazar yerine ulaşabilmek için bir iki adım atmak istiyorum. Yere düşüyorum. Ellerim kanamaya başlıyor. Vücudumdaki her hücreyi hissediyorum. Canım yanıyor.

Dudaklarıma dokunmak istiyorum, çok acıyorlar. Alt dudağıma dokunuyorum, ve dokunduğum yerden ikiye ayrılıyor dudağım. Korkuya kapılıyorum. Dizlerimin üstündeyim ve ellerimi de yere koyuyorum, çevreme bakınıyorum. Kimse görmüyor beni. Vücudumdaki sıvı gittikçe çekiliyor, ama bayılamıyorum. Şoka giremiyorum. Tüm acıyı hissediyorum. Elimin üstündeki derinin parçalandığını görüyorum. Yüzüm de parçalanıyor; yüzümden yere doğru kan sızmaya başlıyor. Saçlarım… Rüzgar var ve saçlarım birer birer dökülüyor. Durduramıyorum.

Dizimin birden çatladığını hissediyorum. Vücudumdaki tüm kemikler aynı sesi çıkarıyor. Hepsi aynı anda parçalara ayrılmaya başlıyor. Ve dişlerim… Ağzımın içi kupkuru. Dilim de parçalanıyor. Dişlerim birer birer ağzımda toplanıyor. Yere dökülsünler diye ağzımı açıyorum. Hepsi dökülüyor. Acıya dayanamıyorum. Tamamen yere yığılıyorum.

Görebildiğim tek şey [viral-lock]biraz toprak ve parçalanmış sağ elimin üstünde duran kemiklerim. Gittikçe parçalanıp, ufalanıyorlar. Sırtımın yırtıldığını hissediyorum. Bacaklarım tonlarca yükün altında eziliyor gibi. Derimi çekip yırtıyorlar sanki. Ses tellerim kopuyor. Tendonlarım kopuyor. Hepsini hissediyorum. Ölemiyorum.

Vücudumdaki kan dahi çekiliyor. Artık kanamıyor hiçbir yerim. Sadece acıyı hissediyorum. Beynim kuruyor, ve bu, canımı çok yakıyor. Ağlamak istiyorum, ancak gözyaşım bile kalmamış. Hareket edemiyorum. Olduğum yerde sadece acıyı duyumsuyorum. Gözlerimdeki hafif sıvı bile kuruyor. Sanki… Sanki gözümü bir neşter ikiye ayırıyor. Kulak zarım deliniyor. Sanki kulağımın içinde bir iğne var, sonuna kadar batırılmış. Ölmek istiyorum. Sadece ölmek. Ölemiyorum.

Artık pek bir şey görmüyorum. Sadece gökyüzünden yansıyan bir parça ışığı sezinliyorum. Belli belirsiz. Tüm vücudum parçalara ayrılmış, derim yüzülmüş ve kemiklerim unufak olmuş halde. İç organlarımı hayal etmemeye çalışıyorum. Beynim… Beynim neden ölmemi sağlamıyor? Her şey bitti işte. Öldüm. Ama tüm acıyı hissediyorum. Canım neden yanıyor? Öldükten sonra sonsuza dek sürecek olan acı… Bundan daha kötü bir ölüm olabilir mi?”

Tek katlı bir kasaba evinin kapısı açılıyor. Dışarıya bir adam çıkıyor. Yavaşça çevresinde dönüyor o adam. Hemen sonra yere kapaklanıyor. Kasaba evinin biraz uzakta bir pazar yeri var. Babasıyla birlikte pazarda dolaşan çocuğun gözü birden bire bu adama ilişiyor. Bir ev, ve önünde yere yığılmış bir adam. Hemen babasını çekiştiriyor. Adamı gösteriyor. Babası, eliyle çocuğun başını kendisine doğru çekerek, “Yok bir şey oğlum. Gel o tarafa gidelim.” diyor. Çocuk o adama bakmak istiyor. Daha önce de o evin önünde yere düşen, ağlayan, bağıran hatta yanan insanlar görmüştü. Babasına her defasında neler olduğunu soruyordu ve doğru düzgün bir cevap alamıyordu. Alamadığı her cevap, onun merakını daha da katlıyordu.

Babası pazarın diğer ucuna doğru yürürken, son defa başını gizlice çevirip adama baktı, çocuk. Adam hiç kıpırdaman yerde yatıyordu. “Uyudu mu acaba?” dedi, çocuk. “Yoksa… Yoksa öldü mü?”

Tüm gün o evi ve şimdiye kadar olanları düşündü çocuk. Akşama kadar bunu düşündü. Karar vermişti, bu akşam cevabı alacaktı babasından.

Yemek vakti olduğunda, o, annesi ve babası oturdular masanın başına. Pek keyifli değildi anne ve babası. Çocuk yine de kararlıydı cevabı koparmaya. Tam söze girişecekken, annesi, “Anlat hadi.” dedi, kocasına dönerek. Çocuk duraksadı bir an. Bir annesine bir babasına bakıyordu. Babası dilini dişlerinde gezdirdirken sonra kaşığı tabağının ucuna koydu ve ağır ağır konuşmaya başladı:

“Oğlum. Hani bugün bir adam gördün ya pazarda. Beni çekiştirip ona bakmamı istedin. Artık sana neler olduğunu anlatmanın vakti geldi. Açıkçası annen zorladı beni, yoksa böyle iğrenç bir şeyi bilmeni istemezdim.

Her neyse… O ev, insanlığın varolduğu ilk andan beri dururmuş orada. Tek bir odası var diyorlar: İntihar odası. Ne gariptir ki, insanlar ölümsüzlüğü bulmak için girerler o odaya. En cesurlarımız, en bilgelerimiz, en yaşlılarımız ya da en aptallarımız o odaya girip ölümsüz olmaya çalışırlar. Farklı ve sonsuz olmak isterler.

Odanın içinde sadece bir masa, bir sandalye, bir sayfa ve bir kalem varmış. İçeri girdikten sonra yapman gereken tek şey o kağıda bir insanın yaşayabileceği en kötü ölümü yazmak. Eğer başarılı olursan, yani odanın istediği o en kötü ölümü yazarsan, ölümsüz olursun. Ancak ıskalarsan o ölümü, kağıda yazdığın şekilde ölürsün.

İşte bugün gördüğün veya daha önce gördüğün tüm o insanlar şanslarını deniyorlardı. Tahmin ettiğin üzere de başarısız oldular. Kim bilir neler yazdılar ve ne acılar içinde öldüler.

Sana bunu anlatmak istemiyorduk, çünkü her insanın beynini yavaş yavaş yer o ölümsüzlük düşüncesi, başarma tutkusu veya sırf merak hissi. Ancak bana söz vermeni istiyorum; sen uzak duracaksın o odadan. Ne olursa olsun gitmeyeceksin. Acı içinde bir ölüm yaşatmaktan başka bir işe yaramaz o oda. Anlıyor musun, oğlum?”

Çocuk babasının bu içtenliğini garipsemişti. Duyduklarına ise inanmamak ve şaşırmak arasında gidip geliyordu. Aklında beliren bazı sorular vardı: “Peki girip hiçbir şey yazmadan çıkarsan?”

“Yine ölürsün. Ne kadar acı verici olduğunu bilmiyorum ama bir şey yazmadan odadan çıkanlar da öldü. Hemen öldüler.”

“Şimdiye kadar hiç bunu başaran var mıymış, baba?”

“Ben hiç görmedim. Ama bundan yüzyıllar önce birinin başardığını söylüyorlar. Hemen çekmiş gitmiş buralardan. Bir daha da kimse görmemiş onu.”

Çocuk aklındaki düşünceler arasında kaybolur. Babası pişman olmuş gibi dudaklarını hafifçe birbirine bastırarak başını sağa doğru çevirir ve hemen sonra oğluna döner: “Oğlum! Sen bizim her şeyimizsin. O odadan uzak duracaksın. Çok tehlikeli; ve zaten saçma da bir şey. Lütfen bana söz ver. O odaya girmeyeceğine dair söz ver.”

Çocuk bir anlık bir dalgınlıktan sonra kendisine gelir ve babasının gözlerinin içine bakarak, “Söz veriyorum baba. Beğenmedim zaten o odayı. Anlattığın için çok sağ ol.” der. Çocuğun yüzünde hafif bir gülümseme oluşur. Annesi ve babası çocuklarının samimi sözüne inanırlar, ve yemeğe devam ederler.

20 YIL SONRA
“Oğlun odaya girmiş. İntihar odasına.”

Çocuğun babası donup kalır. Elindeki tahta yere düşer. “Ne?” der, yalvarırcasına.

“Oğlun intihar odasına girmiş. Gidelim. Haydi.”

“Söz vermiştin.” der, baba. Dizleri titrer. Haber vermek için gelen adam, babanın çalıştığı marangozun içine girip babanın kollarından tutar. Utanıyor gibi bir hali vardır haber veren adamın: “Gel. Bari son anlarına yetişelim oğlunun.”

Baba birden başını kaldırır ve, “Hayır! İzin vermeyeceğim oğlumun ölmesine.” der. Koşmaya başlarlar.

Kapıyı kapatmıştır, bir zamanlar çocuk olan genç adam. Çevresine bakınır. Pek ürkütücü gelmez ona bu oda, intihar odası. Diliyle dudaklarını ıslattıktan sonra ilk adımını atar. Denildiği gibi odada sadece bir masa, bir sandalye, bir sayfa ve bir kalem vardır. Kendi nefes alışlarını duyabilmektedir. Eliyle hafifçe duvarlara dokunur. Odayı hissetmeye ve anlamaya çalışır. Bu yaptığını doğru olduğu için mi yoksa sadece şiirsel olduğu için mi yaptığını kestiremez.

Üç adım sonra masanın yanındadır artık. Kalemi alır ve daha yakından bakar. Bildiği kalemlerden hiçbir farkı yoktur. Bu odanın, gücünden başka hiçbir farkı yoktur gerçek hayatta olan şeylerden. “O halde bu gücü nereden alıyor?” diye düşünür.

Tam 20 yıl boyunca bu odayı düşünmüştür genç adam. Gizlice evin çevresinde dolaşmış, kimi zaman şansı yaver giderse intihar odasından çıkan insanlardan, onlar ölünceye dek olan süre boyunca, bir kaç laf koparmaya, olanları anlamaya çalışmıştır. Ölen insanların tasarladıkları en kötü ölümü kestirmeye çalışmıştır. Bir de bir zamanlar ölümsüzlüğe kavuştuğu söylenen o adamın ne yazmış olabileceğini tahmin etmeye çalışmıştı. Vardığı sonuçlar vardı bu genç adamın. Ancak odaya girmeden emin olamayacağına inanıyordu bunlardan.

Sandalyeyi çekip oturur genç adam. “En kötü ölüm, ha?” der. Bu sefer içinden değil, dışından söyler bunu. “Peki, neden?”

Babası gelmiştir evin önüne. İçeriye girmek ister. Birkaç komşusu vardır evin önünde ve izin vermezler girmesine. Babası yere yığılır ve ağlamaya başlar: “Neden? Neden yaptın oğlum? Seni de kaybetmeye dayanamam.”

5 DAKİKA SONRA
Kapı açılır ve genç adam dışarı çıkar. Babası oğluna doğru koşar ve sıkıca sarılır: “Söz vermiştin. Girmeyecektin. Neden?”

5 DAKİKA ÖNCE
“Bir oda neden ölümsüzlük vaat eder, intihar senaryosuna karşılık?”

5 DAKİKA SONRA
Genç adam, “Üzgünüm baba. Böyle olsun istemezdim.”

5 DAKİKA ÖNCE
“Peki gerçekten biri ölümsüzlüğe kavuşabilir mi?”

5 DAKİKA SONRA
“Çok mu acı çekeceksin, oğlum? Annen kadar acı çekecek misin?”

5 DAKİKA ÖNCE
“İntihar odası kimin için yapıldı? Tek bir insan için mi, yoksa…”

5 DAKİKA SONRA
“Üzgünüm baba. Yapmak zorundaydım. Odanın istediği buydu. Her şeyi düzene sokmalıydım.”

5 DAKİKA ÖNCE
Genç adam tüm o düşüncelerin ve geçen yılların ardından sert bir hamle ile kalemi sağ eline alır ve yazmaya başlar:

5 DAKİKA SONRA
Genç adam babasının omuzlarından tutar ve kendinden uzaklaştırır.

5 DAKİKA ÖNCE
“İntihar odası ne istiyor? Bir insanın en kötü ölümü bulmasına karşılık ölümsüzlük vermek. Saçmalık.”

5 DAKİKA SONRA
Genç adamın babası birden ağlamayı keser. Yanındakilere bakar. Hepsinin yüzünde bir ciddiyet vardır.

5 DAKİKA ÖNCE
“Bir zamanlar birinin en kötü ölümü bulduğu söyleniyor. Ölümsüzlüğe kavuşmuş. Saçmalık.”

5 DAKİKA SONRA
Babanın yanındaki adam yere yığılır. Genç adam diliyle dudaklarını ıslatır ve başını hafifçe yere eğer, “Üzgünüm.”

5 DAKİKA ÖNCE
“İntihar odası tek tek kişilerle ilgilenmez. İntihar odası kalabalıklarla ilgilidir. İntihar odasına tek bir insan girer, ve aslında, tüm insanlar çıkar bu odadan.”

5 DAKİKA SONRA
“Ne yaptın oğlum sen?” der babası. Kalbini tutar. Canı yanmaktadır. Dizlerinin üstüne çöker baba. Pazar yerinden çığlıklar gelmeye başlar.

5 DAKİKA ÖNCE
“İntihar odası insanlığın sonuna açılan kapıdır; bireylerin kahramanlıkları için değil. Tüm insanların intihar odası.

5 DAKİKA SONRA
Genç adam kaşlarını çatar. Önündeki tüm insanlar yere düşmektedir birer birer. Pazar yerinden süzülen bir kargaşa havası vardır. Arkasında bir sıcaklık sezinler.

5 DAKİKA ÖNCE
“O kişi… Ölümsüzlüğe kavuşan kişi… Tamamen palavra. Çünkü anlıyorum artık en kötü ölümün ne olduğunu. En kötü ölüm…

5 DAKİKA SONRA
Arkasındaki ev yanmaya başlar genç adamın. İntihar odası yanmaya başlar. İnsanların çığlıkları gökyüzüne yükselir. Gökyüzü bulutlarla kaplanır. Yer sarsılmaya başlar. Babası “Ne yaptın oğlum?” der. Elini oğluna uzatır.

5 DAKİKA ÖNCE
“En kötü ölüm, kıyametten sağ kurtulan kişinin yaşayacağı ölümdür. Ve sonsuz bir yaşam, ancak bu şekilde mümkün olur.”

5 DAKİKA SONRA
“Üzgünüm baba.” der genç adam. Tüm dünya hızlı bir şekilde alt üst olmaktadır. Genç adam pişman gözükmemektedir. Tüm insanlar yere düşmekte, vücutları parçalanmakta, acı çekmekte ve en önemlisi ölmektedirler. Bir tek genç adam ayaktadır. Hüzünlü bir yüzü vardır.

5 DAKİKA ÖNCE
“İntihar odası… Sen kazandın. Ancak biz özgürüz.”[/viral-lock]

Aforizma

By Cumhur Dursun

Cumhur; Ankara doğumlu. Ziraat Yük. Mühendisi. Basketbol ve hentbol, bir zamanlar olmazsa olmazları. Askerlik sonrası Lever ile başlayan iş hayatı, devamında önemli firmalarla oluşturulmuş bir tecrübe ve bilgi denizine dönüştürmüş O'nu. Reklam oyunculuğu yaptığı günlerde, tanıştığı birinden öğrenmiş resim yazmayı ve 2003'te katıldığı bir seminerde de renklerin dünyasına düşmüş. O zamandan beridir; bazen yoğun bazen aylak, desenlerinin dünyasında. Desenlerine buradan ulaşabilirsiniz. Şimdilerde yazıyor, çiziyor, fikir üretiyor, websitesi tasarlıyor. Sitelerinden soulcan.com desenleri ile ilgili, f2r.net ise konusunda bilgili yazara ev sahipliği yapan bir blog. Sevmeyi, gülmeyi, seyahat etmeyi, okumayı, söylemeyi, dinlemeyi çok seviyor.

Leave a comment