BODRUM, BODRUM… – 3

bodrum_bodrum3Ben varlığım. Ben bolluğum. Ben neş’eyim.

– İyi. Doğru ya, eskileri düşünmek istemediğini, onlarla ilgili her türlü anımsatıcıyı hayatından çıkardığını söylemişti daha birkaç gün önce çalışanlarından birine. İlişki yaşamaya başladığında eski yüklerinden, kamburlarından kurtulmamış olursan, gelenin her durumda bilinçaltında odaklanacağı konu tam da burası olacaktır. Bundan bir hafta kadar önce eskiye dair ne varsa hayatımdan çıkardım. Bu durumda da hayatıma yeni bir ilişki dahil edebildim. Sana da tavsiye ederim.

– Sustun?

– Pardon canım. Ne diyordun?

– Ben birazdan çıkacağım. Bir arkadaşımla buluşacağım öğleden sonra. Biraz laflayacağız. Bu arada sana teşekkür edemedim.

– Ne için?

– Beni hayatına dahil ettiğin için.

– Ben teşekkür ederim. Hoşgeldin.

– Varınca ararsın di mi?

– Tabi ki.

– Aşkla…

Ben varlığım. Ben bolluğum. Ben neş’eyim.

Ne kadar ince. Düşünceli bir kadın dedi kendi kendine. Mırıldandığını farketmedi.

– Anlamadım abi. Bisküvi mi? Konuşan çay ocağının ustasıydı. Anlamaz gözlerle baktı önce.

– Pardon. Bir tost alacaktım da. Bir de açık büyük çay. Feribotun tostunu hep sevmişti. Müşteri ziyaretleri için Bursa’ya ne zaman gitse, O’nun vazgeçilmeziydi. Tostunu yemek için esintili bir yerine oturdu feribotun. İçindeki heyecan bastırılamaz düzeydeydi. Bodrum’da ağabey dediği dostu şimdiden akşamı planlamaya başlamıştır diye düşündü.

– İyi gelecek bu uzun tatil bana. Herşeyden uzak. Yalnız “ben”!

Ben varlığım. Ben bolluğum. Ben neş’eyim.

Bursa; O’nun hayatında çok önemli bir yer işgal ederdi. Zira ilk kez burada milli olmuştu. Onbeş yaşındaydı. O zamanlar bu kadar çok araba ve insan yoktu Bursa’da. Genelev bile bu kadar uzak değildi. Arkadaşının abisinin evinde yine çok samimi bir arkadaşıyla birlikte kalıyorlar ve hemen her akşam içiyorlardı. Ekmek elden, ördek gölden durumu. Abi zaten Çarşamba Pazarının en büyük marketine sahipti ki, içkisinden sigarasına para vermezlerdi. Yine böyle kuş sütü eksik bir masada akşam Uludağ’ı tam karşıdan gören apartmanın en üst balkonunda içerken aşağıdan gelen sesle irkildiler.

– Hooop, hadi giyinin çabuk. Size bir sürprizimiz var. Seslenen arkadaşının abisi ve onun yanından ayrılmayan arkadaşıydı.

– İçiyoruz biz. Hayrola? diye seslendiler aşağı.

– Sürpriz.

Masayı öylece bıraktılar. Birşeyler geçirdiler üstlerine. Çevre kaygısı olmayan zamanlardı. Giydiğine, saçına başına ne derle kaygısı olmayan zamanlar. Çok arkadaşı yoktu. Sıkıntısını paylaştığı yegane dostları bu iki kişiydi. Hergün bu sıkıntısına çözüm arıyor, çaktırmadan cinsel gücü artıracağına inandığı kocakarı ilaçları bile içiyordu.  En çok sevdiği ve güvendiği yemiş ise keçiboynuzuydu.

Ben varlığım. Ben bolluğum. Ben neş’eyim.

Arabaya bindiler.

– Ne sürprizi bu?

– Dedik ya oğlum sürpriz adı üstünde. Söylenirse ne önemi kalır. Sus bekle!

Sustular. En çok dört kilometre gitmişlerdi ki araba parka girdi. Parkın elli metre ötesinden girdikleri sokak bir anda kalabalıklaşmıştı. Kendilerinden sadece iki yaş büyük arkadaşı nereye gittiklerini anlamış bir edayla;

– Yaşadık oğlum. Birazdan kafayı yiyeceksiniz dedi. Nedir demeye kalmadan anlamıştı O da. Tarsus’lu olan diğer arkadaşı feleğin çemberinden geçmişti zaten. Anlaşılan burada “çömez” olarak adlandırılacak bir kendi vardı. Utandı.

– Bizi alırlar mı içeriye?

– Sussana oğlum. Abimler var ya. Onlar buranın müdavimi. Ben bile sıksam biraz abimlere gerek kalmaz. Tanırlar beni de burada! Gevrek bir şekilde gülerken kapıdaki bekçi;

– Kaldır ellerini dedi. Üstünü arıyacam.

– Alooo, bizle beraberler. Olmadı şimdi.

– Oooo. Kusura bakma görmedim. Buyurun.

İçerisi tam bir mahşer yeriydi.

– Bakanlar çekilsin başbakan geldi!

– Güzeller burada!

– Bak beğenmezsen para yok!

Uğultular bir yandan, eskilikten yıpranmış ve artık metali görünmeyen saç içinde yapılmakta olan et kavurmanın kokusu bir yandan bir eve girdiler. O güne kadar kadın vücudunu tanımış, bilumum yerlerini de görmüştü. Hiç kimseyle birlikte olmadığını hatırladı. Şimdi ne olacaktı. Bırak fiziki sorunu, teknik olarak da sıkıntılıydı. Arkadaşının abisi, sanki evin sahibi gibiydi. Laf atmadığı, ellemediği, okşamadığı kadın yoktu. Şalvarlı, kırkbeş yaşlarında bir kadın göründü.

Ben varlığım. Ben bolluğum. Ben neş’eyim.

By Cumhur Dursun

Cumhur; Ankara doğumlu. Ziraat Yük. Mühendisi. Basketbol ve hentbol, bir zamanlar olmazsa olmazları. Askerlik sonrası Lever ile başlayan iş hayatı, devamında önemli firmalarla oluşturulmuş bir tecrübe ve bilgi denizine dönüştürmüş O'nu. Reklam oyunculuğu yaptığı günlerde, tanıştığı birinden öğrenmiş resim yazmayı ve 2003'te katıldığı bir seminerde de renklerin dünyasına düşmüş. O zamandan beridir; bazen yoğun bazen aylak, desenlerinin dünyasında. Desenlerine buradan ulaşabilirsiniz. Şimdilerde yazıyor, çiziyor, fikir üretiyor, websitesi tasarlıyor. Sitelerinden soulcan.com desenleri ile ilgili, f2r.net ise konusunda bilgili yazara ev sahipliği yapan bir blog. Sevmeyi, gülmeyi, seyahat etmeyi, okumayı, söylemeyi, dinlemeyi çok seviyor.

Leave a comment