Kıyametin Gelişinin Algılanışı

maya_takvimiDergilerdeki yazılarda, seminerlerde, toplum kültüründe deyişler olarak, sinemalarda, hatta Kur’an-ı Kerim de dahil olmak üzere bir sürü kitapta anlatılan “Kıyamet Günleri” anlatımlara göre çok yakında…

Birçok değişik kaynak, tarihini belirleme, oluş şekli, fiziksel ve enerjisel etkileri üzerinde değişik bilgiler sunuyor. Şu anda toplumsal ve ekonomik hayatta pek bir hükmü olmasa da söylenen bu. Medyada, tv dizilerinde, sinema filmlerinde değişik yönleriyle bazen komedisel yaklaşımıyla, bazense değişik yazılı kaynaklar esas alınarak senaryo belirleniyor. Bilim çevrelerince de Dünyadaki değişiklikler gözlemlenmesiyle,türlü söylemlere yer veriliyor. Tabi ki normal yaşayış içerisinde dikkatimizi çekmiyor, çekse bile sadece ilginç bir gelişme olarak kaydediliyor.

Diyelim ki Siz bir ekonomistsiniz ve söylenen kıyamete paralel bir ekonomik kıyameti öngördünüz, bunu söylermisiniz ? Yani “Kıyamet Tellallığı“ yaparmısınız ? Realite olarak kimse buna alışık olmadığı için spekülasyonla suçlanmanız olası, hatta öngördüğünüz kıyamet gelmeden önce, Sizin lafınızla gelebilecek kıyametten korkarsınız. Herkesin sadece ve sadece iki ay süreyle maaş alamadığı bir durumu hayal edelim. Bahsedilen karmaşa için yeterli stres düzeyi sağlanmış olur. O zaman gerçekten böyle bir tehlike varsa, ekonomistler kafalarını toprağa gömmeyle uğraşıyor olabilirler.

Diyelim ki Siz bir Bilim adamısınız; spiritüel kaynaklarda bahsedilen tarihleri, Siz de Dünya Ana’yı ölçtüğünüz test cihazlarından elde ettiğiniz değerlerden okudunuz, bunu söylermiydiniz ? Şu anda toplumsal olarak, öyle yargılayıcı, küçük düşürücü, suçlayıcı ve cezalandırıcı bir olgunluk düzeyindeyiz ki; “Aklı ve mantığı” hayatınızın en temel yerine oturtmuş bir kişi olarak size kiyamet“Deli” denmesini istemezsiniz herhalde.

İşte bu yüzden “Kıyamet Tellallığı”, toplum tarafından kendilerine “Deli” etiketi çoktan yapıştırılmış ruhsal kaynak ve kişilere bırakılmıştır. İşte bu yüzden şu anki konunun ciddiyeti bu kaynaklara verilen önem kadardır. Tabi ki bu da akış gereği…

Peki diyelim ki, bu gelişmeleri hafife almayanlardanız, olayın ciddiyetinin farkındayız; ne yapacağız?…

HİÇBİRŞEY

Günlük hayatımızı yaşamaya devam… O güzel akış ki bizi zaten gitmemiz gereken yere adım adım götürmekte. Dünya’da depremler olmuş, ekonomi çökmüş, Dağlar yerinden oynamış, tsunamiler olmuş ne önemi var; bilinçlerdeki depremi tetiklemedikten sonra…

Dünyamızda ve hayatımızda o kadar çok olay, o kadar çok değişim ve çöküş oluyor ki; sadece Tanrı dışındaki diğer ‘para’metrelerin para etmediği görülsün diye… İnsanın içindeki teslimiyet derecesinin ortaya çıkması ve gelişmesi, olaylar karşısında “ Allah işini biliyordur nasıl olsa, eğer ondan izinsiz bir yaprak bile düşmüyorsa ” diyerek tepkisiz kalmayı öğrenmek ve sürekli frekansımızı yukarıda tutma eğitimi hepimize verilen. Zaten Yeniçağ yolcularının tümü bu eğitime çok önceden başladı. Son beş-on yıldır bu eğitim hepimiz için çok zorlu oldu, oluyor da. 1950’lerin, 60’ların, 70’lerin hatta 80’lerin o huzurlu ve yerli yerinde hayat senaryolarından hiçbiri bugün yok. Hepimiz hergün değişik değişik teslimiyet imtihanlarına tabi tutuluyoruz. Hiçbirşey alışılmış, düzenli, saatinde, beklendik şekliyle değil artık. Her şey, bilincimizi, toplumsal ve kişisel kalıplarımızı kırıp geçirici, eski bilinci dağıtıcı ve yeniye kapılarımızı açmayı zorlayıcı…

O yüzden belki de tek yapmamız gereken, yaratılmaya çalışılan ve üzerinden tekrar tekrar para ve güç kazanılmak istenen olayın “Korku” kısmına değil de, gelecek güzel günlere ya da şu andaki deneyimimizin ne kadar Kutsal, ne kadar Tanrısal olduğuna odaklanmak. Sanki bir imtihana girmeden önce ders çalışırken, imtihanın stresine, hiçbirşey hatırlayamama korkusuna değil de, öğrenilen dersin kişiye verdiği güvene konsantre olmak gibi. Kaldı ki, işte o imtihan hergün insan hayatında; yoksa sözü geçen gün sadece bir “Gün”. Bugünlerdeki terlemelerimiz, bugünlerdeki öğrenme arzumuz, henüz tam olarak başaramadığımıza inansak bile, vazgeçmeyerek gösterdiğimiz iyi niyet, kararlılığımız, inancımız ve öğrenmekle oluşan kendimize duyduğumuz haklı güven bizi zaten o günlere ulaştırmak için. Olacaklar, olacaksa olacak zaten. Biz sadece gönlümüzdeki o tatlı huzura, yorgunluğun verdiği sakinliğe, teslimiyetin güzel hüznüne, gönlümüzdeki iyi niyete, kısacası ‘Kıyamet’ in ayağa kalkış anlamına gelen ‘Kıyam’ kısmına odaklanalım…

Hepimize En Özlü Dersler ve Onları Kolayca Aşma Bilgeliği Gelsin… 🙂

Ali Erdinç Başaran

By Cumhur Dursun

Cumhur; Ankara doğumlu. Ziraat Yük. Mühendisi. Basketbol ve hentbol, bir zamanlar olmazsa olmazları. Askerlik sonrası Lever ile başlayan iş hayatı, devamında önemli firmalarla oluşturulmuş bir tecrübe ve bilgi denizine dönüştürmüş O'nu. Reklam oyunculuğu yaptığı günlerde, tanıştığı birinden öğrenmiş resim yazmayı ve 2003'te katıldığı bir seminerde de renklerin dünyasına düşmüş. O zamandan beridir; bazen yoğun bazen aylak, desenlerinin dünyasında. Desenlerine buradan ulaşabilirsiniz. Şimdilerde yazıyor, çiziyor, fikir üretiyor, websitesi tasarlıyor. Sitelerinden soulcan.com desenleri ile ilgili, f2r.net ise konusunda bilgili yazara ev sahipliği yapan bir blog. Sevmeyi, gülmeyi, seyahat etmeyi, okumayı, söylemeyi, dinlemeyi çok seviyor.

Leave a comment